|
|
Yazı Bölümü
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Cuma Bölümü
|
|
|
|
|
|
|
Duâlar Bölümü
|
|
|
|
|
|
|
Kitap Bölümü
|
|
|
|
|
|
|
Tarih Bölümü
|
|
|
|
|
|
|
|
Resim Bölümü
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Multimedia Bölümü
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
33 SİLSİLE-İ SAADAT- ALTUN SİLSİLE - BÜYÜK ZATLAR
|
|
|
Nasreddin Hoca
|
|
|
|
|
İsim Ve Anlamları
|
|
|
|
|
|
|
Muhtelif Konular
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Baba Hakkını Yerine Getirmemenin Tehlikesi
Mâlik bin Dinar Hazretleri hacca gitmişti. Hac günlerinin sonunda rüyasında denildi ki:
- Ey Mâlik, müjdeler olsun, günahların affedildi. Seninle beraber haccedenlerin de günahları affedildi. Hepinizin haccı kabul edildi. Ancak Belh'li Muhammed oğlu Abdürrahman'ın haccı kabul edilmeyip günahları affedilmedi.
Uyanınca, halka Abdürrahman ismindeki şahsı sordu. Onu herkes tanıyordu, onun ibâdetine düşkün, Kur'an'a bağlı bir zat olup her sene hacca geldiğini söylediler. Sora sora onu buldu. Yüzü ayın ondördü gibi parlayan bir gençti. Selam verdi, o da selamım aldı. Mâlik Hazretlerine:
- Siz kimsiniz, diye sordu. O da Basra'lı olduğunu söyledi.
- Bana, benim afffedilmediğimi haber vermeye mi geldin, dedi.
- Nereden bildin?
- Rüyamda söylediler.
- Allah senin haccını niçin kabul etmeyip, affetmiyor?
- Ben, mübarek Ramazan ayının ilk gecesi büyük bir günah işledim. İçki içip sarhoş olmuştum. O haldeyken babam gelip beni kaldırmak istemiş. Ben babamın gözüne vurup kör etmişim. Babam da bana kırılıp "Allah senden razı olmasın" diye beddua etmiş. Sabah olunca annem bana bu olanları anlattı. Yaptıklarıma çok pişman oldum. Gidip şarap küpümü kırdım. Allah için bol bol sadaka verdim. Kaç tane köleyi hürriyetine kavuşturdum. Her yıl hacca gitmeye başladım. Fakat her sene bir kişi senin gibi bana gelip "Allah senin haccını kabul etmedi. Seni affetmiyor" der.
- Senin baban hayatta mı?
- Hayattadır. Falan yerde ikâmet etmektedir.
Mâlik Hazretleri gencin babasını bulur. Adam, nur yüzlü bir zattır. O vardığında Kur'an okumaktadır. Mâlik Hazretleri'ni tanıyınca çok sevinir ve:
- Yâ Mâlik, ben de seni görmeyi çok arzu ediyordum. Bir isteğin varsa hemen söyle, yerine getireyim, dedi.
Mâlik bin Dinar Hazretleri, isteğini şöyle anlattı:
- Farzet ki kıyamet kopmuş. Herkes kendi canı derdine düşmüş vaziyette. O sırada senin evladın Abdürrahman'ı tutup cehenneme atıyorlar...
Bunun üzerine adam ağlamaya başladı.
- Ben onu affettim. Hakkımı da helal ettim. Madem tanıyorsun git söyle.
Mâlik Hazretleri gence gitti ve müjdeyi verdi:
- Baban seni affetti. Hakkını helal etti.
Genç o kadar sevindi ki, sevincinden hemen bayılıverdi. Bu arada babası da geldi.
- Ey evladım, Allah sana azap etmesin, dedi.
Bu arada genç kıpırdadı, bazı hareketlerde bulundu. Babası telaşa kapıldı, ölüyor zannetti. Mâlik Hazretleri'ne, Kelime-i Şehâdet getirmesini söyledi. Oğlunun da duyup Kelime-i Şehâdet getirmesini istiyordu. Mâlik Hazretleri bir iki kere Kelime-i Şehâdet getirdiyse de söylemedi. Bu arada gözünü açıp:
- Baba gel, sen de benim gözümü çıkar da, suçum kıyamete kalmasın, dedi. Babası:
- Yok evladım ben sana hakkımı helal ettim, dedi. Mâlik Hazretleri sordu:
- Yâ Abdürrahman, ben Kelime-i Şehâdet okudum ama sen benimle beraber okumadın?
- Nasıl okuyabilirim ki. Başımda iki melek dikiliyordu. Ellerinde ateşten sopalar vardı. Sonra babam hakkını helal ettiğini söyleyince bir melek daha gelip yeşil bir bezle yüzümü sildi. "Artık Kelime-i Şehadet getirebilirsin, baban senden razı olduğu için Allah da razı oldu" dedi.
Daha sonra annesi ve kız kardeşi geldiler. Ağlıyorlardı. Abdürrahman, ağlayan annesini ve kız kardeşini gördü. Tekrar düştü ve hareketsiz kaldı. Baktılar ki ruhunu teslim etmiş.
Kaynak:
Kitap Adi: Dini Hikayeler
Yazan: Ali Eren

Duâ Aynı Duâ, Ama Okuyan Ağız Farklı
Muhyiddîn-i Arabî (kuddise sırruh) hazretlerinden:
'Fakirin biri, bir ağaç dibinde gölgelenmekte olan Hz. Ali (r.a.)'ye gelir, ihtiyaçlarını arz eder:
' Çoluk-çocuk sıkıntı içindeyim, ne olur bana biraz yardımda bulunun, der.
Hz. Ali (r.a.) hemen yerden bir avuç kum alır, üzerine okumaya başlar. Sonra da avucunu açar ki, kum tanecikleri altın külçeleri hâline gelmiş...
' Al, der fakire. İhtiyacını karşıla!
Fakirin gözleri yerlerinden fırlayacak gibi olur:
' Allah aşkına söyle yâ Emîre'l-mü'minîn! Ne okudun da kum tanecikleri altın oluverdi? der. Hz. Ali (r.a.) anlatır:
' Kur'ân-ı Kerîm, Fâtiha sûresine gizlenmiştir. Bende Kur'an-ı Kerîm'i okudum, yani Fâtiha sûresini okudum bu kumlara...
Bunu öğrenen fakir durur mu? O da bir avuç kum alır ve başlar okumaya. Okur, okur, okur... Ama kumlarda bir değişiklik yoktur. Altın filan olmuyor, aynen duruyor.tekrar gelir ve İmam Ali kerremallâhü vechehû hazretlerine:
' Ben de okudum, ama birşey değişmiyor; kumlar altın olmuyor, der. Emîrü'l- Mü'mînin Hz. Ali (r.a.) boynunu büker, mahcup bir edâ ile cevap verir:
' Ne yapayım, der. Duâ aynı duâ; ama, okuyan ağız aynı değildir! Duâ tamam; lâkin, okuyanın ihlâsı ve teveccühü tamam değildir!..
İşte bütün mesele buradadır. Okuyanın ihlâsında ve teveccühünde... Aynı duâ; aynı îman, aynı İhlâs ve aynı teveccühle okunacak ki, aynı netice elde edilebilsin. Yoksa kumu altın yapmak gibi bir iksire sahip olabilmek mümkün olmaz

40 Sene Yatsı Abdestiyle Sabah Namazı
İmam-ı Âzam Hazretleri hakkında, "Kırk sene, yatsı abdestiyle sabah namazını kılmıştır" denir, doğrudur.
Hazreti İmam, giderken iki kişinin kendisi hakkında "İşte yatsı abdestiyle sabah namazını kılan zat budur" diye konuştuklarını duyar. Bunun üzerine:
- Yâ Rabbi, bu insanları yalancı çıkarma. Ben, senin huzuruna bende olmayan bir sıfatla çıkmaktan haya ederim, diyerek ondan sonra yatsı abdestiyle sabah namazını kılmaya başlamış ve bu 40 sene devam etmiş.
Hazreti İmam'ın namaz kıldığı mescidin müezzini anlatıyor:
- Yatsı namazını kılıyorduk. İmam namazda "Zilzal" sûresini okudu. Cemaat içinde İmam-ı Âzam da vardı. Namaz bitti, herkes çıktı. İmam-ı Âzam tefekkür halinde, olduğu gibi duruyordu. Onu rahatsız etmemek için kandili yanar vaziyette bırakarak çıktım. Onun mescidde kalacağını tahmin ederek kapıyı kilitledim. Sabah ezanını okuyup içeri girdiğimde, o hâlâ ayakta ve sakalını eline almış şöyle yalvarıyordu:
- Ey zerre kadar hayrı da, zerre kadar şerri de karşılıksız bırakmayan Allah'ım. Bu kulunu cehennem azabından ve ona yaklaştıran şeylerden koru. Bu kulundan rahmetini esirgeme.
İçeri girince beni farketti. Zamanın geçtiğinden haberi yoktu. Yatsı namazı yeni bitmiş zannederek:
- Kandili mi alacaksın? dedi. Ben:
- Hayır, sabah ezanını okudum, dedim. Bunun üzerine sabah olduğunu anladı ve bana:
- Bu gördüğünü kimseye söyleme, diye tenbih etti. Kendisine söz verdim ve vefatına kadar bunu kimseye söylemedim.
Hz. imam sabah namazının sünnetini kıldı ve oturdu. Sonra bizimle beraber farzı da kıldıktan sonra çıktı. Ben anladım ki, sabah namazını yatsı namazının abdestiyle kılıyordu. Çünkü mescidin kapısı akşamdan kilitlenmişti.
İmam-ı Âzam Hazretleri çok da cömertti. Bir gün Şakik-i Belhî ile giderlerken, karşıdan gelen bir adamın, yolunu değiştirdiğini gördü. Durumu farkeder etmez adama yetişip:
- Beni görünce neden yolunu değiştirdin? diye sorunca adam:
- Yâ imam, size olan borcumu zamanında ödeyemediğim için utandım, diye cevap verdi. Bunun üzerine İmam-ı Âzam Hazretleri:
- Eğer sen bu kadar sıkıntı içindeysen, şu insanlar şahit olsun ki, ben senden alacağım olan 10.000 dirhem borcumu sana hibe ettim. Bu vesileyle senin utanmana sebep olduğum için de beni bağışla, kusura bakma, dedi.
İşte islam ahlakı ve işte İmam-ı Âzam Hazretleri'nin büyüklüğü. Onu küçümseyenler, buyursunlar aynı büyüklüğü kendileri de göstersinler.
Kaynak:
Kitap Adi: Dini Hikayeler
Yazan: Ali Eren

Besmelenin Fazileti
Her işini besmeleyle başlayan, dininde samimi olan müslüman bir kadının münafık ve cahil bir kocası vardı. Bu kadın " Bismillahirrahmanirrahim " diye besmele çekmeden, hiçbir işine başlamazdı. Kocası, onun bu haline kızar, kadıncağıza yapmadığı eziyeti bırakmazdı. O saliha kadın ise, kocasının eza ve cefalarına sabreder ve onun doğru yola gelmesi için Allah'a dua ederdi.
Birgün,kadının kocası iyice öfkelenmişti..Karısına yapacağı eziyet ve kötülük için bir bahane arıyor ve kendi kendine :
" Şuna bir oyun çevireyimde görsün ; bakalım onu rezil olmaktan kim kurtaracak ? " diye söylenip duruyordu. Başkalarına açıkça söyleyemediği inkarcılığı,artık bütün çirkinliğiyle,içinde dolup taşmıştı.
Hanımını çağırdı,ona bir kese altın vererek :
- Bunu iyi sakla !!! diye tenbih etti. Kadında kocasının emri üzerine hemen gitti, besmele çekerek keseyi iyice sakladı. Bu arada kocasıda onu gizlice takip ediyordu. Sonra karısının haberi olmadan keseyi, karısının sakladığı yerden aldı. İçindeki altınları boşaltarak, keseyi derin bir kuyuya attı. Aradan çok geçmeden karısını çağırdı ve :
- Sana verdiğim bir kese altını hemen getir. dedi.
Kadın koştu ; keseyi sakladığı yere,
" Bismillahirrahmanirrahim " diyerek elini uzattı.
Tam o anda, Allahu Tealanın emriyle, kese kadının sakladığı yerde içindeki altınlarla beraber aynen duruyordu. Islanan keseden suları damlıyordu. Kadın kesenin neden ıslak olduğunu anlayamadı ve keseyi kocasına getirdi. Adam içi altınla dolu keseyi görünce çok şaşırdı ve karısının söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu anladı.
Sonra karısına ;
- Sana çok zulmettim,çok canını yaktım,beni affet. diye yalvarmaya başladı. Allah'a tevbe ve istiğfar etti. İbadetlerine bağlı bir insan oldu. O günden sonra dua ve yakarışlarında hep şöyle derdi ;
- Ya Rabbi ! Bana dünyam ve ahiretim için hayırlı, Saliha bir kadını eş olarak verdiğin için,sana hakkıyle şükretmekten acizdim,beni affet Alah'ım...
O saliha kadın ise ;
- Ya Rabbi ! Sana şükürler olsun ki,duamı kabul edip kocamı salihlerden eyledin,diye dua ediyordu.
Bu hikayeden alınacak ibretler ve çıkarılacak hikmetler çoktur.Büyükler demişlerki ; " Sabrın kendisi acıdır, lakin meyvesi tatlıdır."

Anne Babanın Hataları Çocuklara Tesir Eder
Ahmediye ve Envârûl Âşıkıyn isimli meşhur iki eserin yazarları, Ahmed Bîcan ve Mehmed Bîcan isimli iki kardeştir, ikisi de evliyalık derecesine erişmiş mübarek kişilerdir.
Bunlardan birisi bir gün camide vaaz ediyor ve Hızır Aleyhisselam'dan bahsediyormuş. Cami tıklım tıklım dolu, cemaat da dikkatle vaazı dinlemekteymiş. Bu sırada diğer kardeş camiye girmiş ve vaazı dinlemeye başlamış. Dinlerken bir ara gülmüş.
Buna bozulan kardeşi durumu annesine anlatmış. Annesi de oğluna:
- Evladım, kardeşinin vaazına niçin güldün? diye sormuş. O cevaben:
- Anneciğim, ben kardeşimin vaazına gülmedim. Gayet güzel konuşuyordu. Vaazı da çok tesirliydi. Ancak Hızır Aleyhisselam'dan bahsettiği halde onu dinleyenler içersinde Hızır Aleyhisselam'ın da bulunduğunu bilmiyordu. Ben ona güldüm, demiş. Annesi oğluna:
- Evladım, kardeşin senin vaazına değil, Hızır Aleyhisselam orada olduğu halde farkında olmamana gülmüş, deyince oğlu:
- Hızır Aleyhisselam demek ki benim vaazımı dinlemeye geliyor, diye sevineceği yerde üzülmüş ve annesine:
- Anneciğim, öbür kardeşim Hz. Hızır'ı görüyor da ben niye göremiyorum?
Sebebi nedir. Bir düşün, diye annesini zorlamaya başlamış.
Annesi düşündükten sonra şu cevabı vermiş:
- Evladım, ne size hamileyken ve ne de sizi emzirip büyütürken kötü bir şey yapmış değilim. Asla böyle bir şey yapmadım. Ancak seni sadece bir defaya mahsus olmak üzere abdestsiz emzirdim. Senin Hızır Aleyhisselam'ı görmemenin sebebi olsa olsa budur, demiş.
Kaynak:
Kitap Adi: Dini Hikayeler
Yazan: Ali Eren

EBABİL KUŞLARI
Habeşistan Krallığı'nın Yemen valisi olan Ebrehe, milâdî 570 yıllarında San'a şehrinde, 'Kulleys' adı verilen muhteşem bir kilise yaptırmıştı. Maksadı, Kâbe ziyaretine rağbet gösteren Arapların ziyaretlerini oraya çevirmekti. Bu duruma tepki gösteren bir adam da, gecenin birinde Kulleys'e girip içine pislemişti. Bu hakarete çok öfkelenen ve koyu bir hıristiyan olan Ebrehe, gidip Kâbe'yi yıkmaya karar verdi. Topladığı onbinlerce asker (altmış bin olduğu söylenir), Mahmud adlı büyük bir fil ve daha başka fillerle Mekke'ye doğru yola çıktı. Önüne çıkan bazı kuvvetleri de mağlup ederek ilerledi. Taif şehrine gelince askerlerin bir kısmını Mekke'ye gönderdi. Onlar da Peygamber s.a.v.'in dedesi ve Kureyş'in reisi Abdülmuttalib'in ikiyüzü aşkın devesiyle ahalinin hayvanlarını sürüp götürdüler.
Bu olayın peşinden Abdülmuttalib, gidip Ebrehe'yle görüştü, develerinin geri verilmesini istedi. Ebrehe dedi ki:
- Benden develerin istiyorsun da, Kâbe'den hiç söz etmiyorsun. Halbuki ben onu yıkmaya geldim.
- Ben develerin sahibiyim. Kâbenin de onu koruyacak sahibi vardır!
Bu görüşme sonunda develer geri verildi. Mekke halkı bu güçlü orduyla savaşamayacağı için, anlaşma gereği dağlara çekilip neticeyi beklemeye başladı.
Ebrehe ordusu büyük fili önden sürerek Mekke sınırına dayandı. Kâbe'yi halatla bağlayıp fillerle çekerek yıkmak istiyorlardı. Bu sırada Ebrehe'nin yol kılavuzlarından Nüfeyl b. Habib, koca filin kulağından tutarak şöyle bir şey söyledi, sonra da koşarak dağa çıktı:
- Ey Mahmud çök! Sakın ileri gitme, sağ salim geriye dön!
Mekke'ye girişte büyük fil direndi, zorlanınca yere yattı. Onu bir türlü Kâbe cihetine yürütemediler. O anda sürü halinde ebabil kuşları ortaya çıktı. Her birinin ağzında ve ayaklarında nohut gibi birer taş vardı. Bu taşları ordu üzerine mermi gibi boşalttılar. Kime rastlarsa delip geçiyordu. Askerlerin çoğu öldü; 'Fil Ordusu' dağılarak Yemen'e döndü. Ebrehe de dönüşte öldü. Kâbe ise olduğu gibi kaldı. Kur'an'da Fil Suresi bu olayı anlatır.

Başına Kül Dökülmesine Şükretti
Bayezid Bestâmî Hazretleri bir evin yanından geçerken, yukardan aşağıya başına bir leğen kül döküldü. Kendisi üstelik hamamdan yeni çıkmıştı. Sıcak külün tesiriyle sarığı, cübbesi yandı. Başından aşağı kül dökeni araştırıp kızmak gibi bir harekette bulunmadı. Üstelik Allah'a şükretti. Niçin şükrettiğini de şöyle açıklardı:
- Ben küle değil ateşe lâyık birisiyim. Allah, başımdan aşağıya ateş de döktürebilirdi. Ateşe lâyıkken kül döküldüğü için şükrediyorum.
Kaynak:
Kitap Adi: Dini Hikayeler
Yazan: Ali Eren

Böceğin Rızkı
Hazret-i Süleymân (a.s.) bir gün, deniz kenârında oturmuşlar idi. Bir karıncanın geldiğini gördü. Ağzında bir yeşil yaprak tutardı. Deniz kenârına ulaşdı. Sudan bir kurbağa çıkdı. O yaprağı karıncadan alıp, denize döndü. Karınca geri döndü.
Karıncadan sordular ki,
- Bunun hikmeti nedir.
Karınca cevâb verdi ki,
-Bu deryânın ortasında, Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri bir taş halk etmişdir. O taşın içinde bir böcek halk etmişdir. Beni onun rızkına sebeb etmişdir. Ben her gün o nesneyi, ona yetecek kadar rızkı getiririm. Deniz kenârına ulaşdırırım. Allahü teâlâ hazretlerinin, kurbağa sûretinde yaratdığı bir meleği o rızkı benden alır, o böceğe verir. O böcek, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin kudreti ile, fasîh dil ile söyler ki;
-Sübhânallah ki, beni halk etdi, deniz ortasında ve taş arasında bana mekân verdi. Benim rızkımı unutmadı. İlâhî, ümmet-i Muhammedi ümîdsiz etme!

Besmelenin Fazileti
Saliha bir kadının, münafık ve cahil bir kocası vardı. Bu kadın " Bismillahirrahmanirrahim " diye besmele çekmeden, hiçbir işine başlamazdı. Kocası,onun bu haline kızar, kadıncağıza yapmadığı eziyeti bırakmazdı. O saliha kadın ise, kocasının eza ve cefalarına sabreder ve onun doğru yola gelmesi için Allah'a dua ederdi.
Birgün,kadının kocası iyice öfkelenmişti..Karısına yapacağı eziyet ve kötülük için bir bahane arıyor ve kendi kendine :
" Şuna bir oyun çevireyimde görsün ; bakalım onu rezil olmaktan kim kurtaracak ? " diye söylenip duruyordu. Başkalarına açıkça söyleyemediği inkarcılığı,artık bütün çirkinliğiyle,içinde dolup taşmıştı.
Hanımını çağırdı,ona bir kese altın vererek :
- Bunu iyi sakla !!! diye tenbih etti. Kadında kocasının emri üzerine hemen gitti,besmeleyi çekerek keseyi iyice sakladı. Bu arada kocasıda onu gizlice takip ediyordu. Sonra karısının haberi olmadan keseyi, karısının sakladığı yerden aldı. İçindeki altınları boşaltarak, keseyi derin bir kuyuya attı. Aradan çok geçmeden karısını çağırdı ve :
- Sana verdiğim bir kese altını hemen getir. dedi.
Kadın koştu ; keseyi sakladığı yere,
" Bismillahirrahmanirrahim " diyerek elini uzattı.
Tam o anda, Allahu Tealanın emriyle, kese kadının sakladığı yerde içindeki altınlarla beraber aynen duruyordu. Islanan keseden suları damlıyordu. Kadın kesenin neden ıslak olduğunu anlayamadı ve keseyi kocasına getirdi. Adam içi altınla dolu keseyi görünce çok şaşırdı ve karısının söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu anladı.
Sonra karısına ;
- Sana çok zulmettim,çok canını yaktım,beni affet. diye yalvarmaya başladı. Allah'a tevbe ve istiğfar etti. İbadetlerine bağlı bir insan oldu. O günden sonra dua ve yakarışlarında hep şöyle derdi ;
- Ya Rabbi ! Bana dünyam ve ahiretim için hayırlı, Saliha bir kadını eş olarak verdiğin için,sana hakkıyle şükretmekten acizdim,beni affet Alah'ım...
O saliha kadın ise ;
- Ya Rabbi ! Sana şükürler olsun ki,duamı kabul edip kocamı salihlerden eyledin,diye dua ediyordu.
Bu hikayeden alınacak ibretler ve çıkarılacak hikmetler çoktur.Büyükler demişlerki ; " Sabrın kendisi acıdır,lakin meyvesi tatlıdır."

Hazreti Ömer'in hikmetli sözü
Hazreti Ömer (r.a.) zamanında bir adam hırsızlıktan yakalanmıştı. Cezalandırılması için vazifelilere teslim edilen
adam,Hz.Ömer'e yalvarmaya başladı:
-Ya Emîrel mü'minîn! Ne olur beni affet. Bu benim ilk suçum! Affedersen bir daha yapmam
Hz. Ömer şöyle cevap verdi:
-Hayır yalan söylüyorsun.Çünkü Allah (c.c.) kimseyi ilk işlediği suçtan dolayı cezalandırmaz.İlk defa onun suçunu
gizler.Sen yakalandığına göre,bu senin ilk suçun olamaz.

|
|
|
|
|
|
|
Bügün 96 ziyaretçi burdaydı
Bu Sitede Gördükleriniz tek bir amacla yapilsmisdir, Müslümanlarin Dini daha yakindan görüp Ögrenip ve aradaklarini cok aramadan hepsini biryerde bulabilmeleri icin kurulmusdur. Bu Sitede okuyacaklariniz görebilcekleriniz Resimler, dinleyebilcekleriniz Ilahiler ve her türlü baska konular Ehl-i Sünnet İtikâdı yolunda olan Dini Kitaplardan Dini Sitelerden alinmisdir. Aldiklarimi Orjinal halinde birakiyorum. Insallah benim aldigim yerlerde hakklarini helal ederler...
|
|
|
|
|