Hakka-Doğru
  1. EBU BEKİRİ’S SIDDIK (R.A.)
 
HZ EBU BEKİR SIDDIK
 

1-Ebubekr-i Sıddîk

Halife Hz Ebu BekirHz. Ebû Bekir, daha Müslüman olmamıştı. Çok   te’sîrinde kaldığı bir rü’yâ gördü. Gökten dolunay inip, Kâ’be-i muazzamaya   gelmiş ve sonra parça parça olmuş, parçalar Mekke’deki her evin üzerine düşmüş,   sonra da tekrar bir araya gelip göğe yükselmişti. Fakat, kendi evine düşen ay   parçası evde kalmış tekrar göğe yükselmemişti. Hz.   Ebû Bekir, evin kapısını kapayarak, ay parçasının çıkmasına mâni olmuştu.

Kavminden Peygamber gelecek

Sabahleyin heyecanla uyanan Hz. Ebû Bekir, hemen bir Yahûdî   âlimine gidip, rü’yâsını anlattı. O da dedi ki:

-Bu rü’yâ karışık rü’yâlardan biridir. Bunun ta’bîri yapılamaz.

Fakat bu söz O’nu tatmin etmemişti. Devamlı bu rü’yânın ta’bîrini   düşünüyordu.

Bir zaman sonra ticâret maksadıyla gittiği yerde, râhip Bahîra’ya rü’yâsını   anlattı. Rü’yâ Bahîra’nın çok dikkatini çekti. Bunun için Hz. Ebû Bekir’e sordu:

-Sen nerelisin?

-Kureyş’tenim.

-Tamam. şimdi rü’yânı ta’bîr edeyim. Mekke’de, bu kavimden bir peygamber   gelecek, O’nun hidâyet nûru her yere yayılacak. Sen, O hayatta iken O’nun   vezîri, vefâtından sonra da Halîfesi olacaksın!..

Hz. Ebû Bekir ne yapacağını şaşırmış hâldeyken, râhip Bahîra sözlerine şöyle   devam etti:

-Şimdi sen hemen memleketine dön! O’na ulaş! O’na vahiy gelmeye başladığında,   git herkesten önce O’na îmân et!

Hz. Ebû Bekir bu ta’bîri kimseye anlatmadı. Peygamber efendimiz,   peygamberliğini teblîğe başlayınca sordu:

-Peygamberlerin, peygamber olduklarına dâir delîlleri vardır. Senin delîlin   nedir?

Peygamber efendimiz buyurdu ki:

-Peygamberliğime delîl, o rü’yâdır ki, bir Yahûdî âliminden   ta’bîrini istedin. O âlim, “Karışık bir rü’yâdır, i’tibâr edilmez” dedi.   Sonra râhib Bahîra, doğru ta’bîr etti. Yâ Ebâ Bekr, seni Allahü teâlâya   ve Resûlüne îmân etmeye da’vet ederim.

Bunun üzerine, Hz. Ebû Bekir, kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu.   Zaten bir gece önce şöyle düşünmüştü:

Aklıma yatmıyor

“Baba ve dedelerimizin seçtiği din, hiç   aklıma yatmıyor. Zîrâ hiçbir zarar ve fayda vermeye kâdir olmayan bir heykele   tapınmak, ibâdet etmek akıllıca bir iş değildir. Bu kadar muazzam bir kâinâtın   bir yaratıcısı olması lâzımdır. Fakat bunu kendi aklım ile bulmam mümkün   değildir. Yarın gidip durumu Muhammed aleyhisselâma anlatayım. Bu durumu ancak   O’na arz edebilirim. Zîrâ, olgun ve akıllı, doğru görüşlü, hiç yalan söylemiyen   bir kimsedir. Herkes O’ndan Muhammed-ül emîn diye bahsetmektedir. O, ne yapmamı   isterse ona göre hareket ederim.”

Resûlullah efendimiz de, aynı gece, Hz. Ebû Bekir’i Ğslâm’a da’veti   düşünmüştü. Sabah olunca her ikisi de aynı düşünce ile birbirlerinin evine   gitmek üzere evlerinden çıktılar. Yolda karşılaştıklarında, “Sözleşmeden   birleştik” dediler.

Hz. Ebû Bekir, Peygamber efendimizin huzurlarında Müslüman olur olmaz, hemen   yakın arkadaşları hatırına geldi:

-Yâ Resûlallah, müsâade ederseniz, yakın arkadaşlarımı da huzûrunuza getirip,   onların da Müslüman olmalarını arzû ediyorum. Onların da ebedî saâdete   kavuşmalarını istiyorum, diyerek arkadaşlarına koştu.

Arkadaşlarım dediği, Hz. Osman, Hz. Talhâ bin Ubeydullah, Hz. Zübeyr, Hz.   Abdurrahmân bin Avf, Hz. Sa’d bin Ebî Vakkâs ve Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrâh gibi,   ileride Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden ve Cennetle müjdelenenlerden olacak   kimselerdi.

Gelin îmân edin

Hz. Ebû Bekir, yeni Müslüman olmasının aşk ve   şevkiyle, Mescid-i Harâma vardığında, dayanamayıp, müşrikler tarafına dönerek   seslendi:

-Bütün kâinâtın yaratıcısı olan Allahü teâlâyı bırakıp, niçin gidip, bu   âciz putlara tapıyor, onlara yüz sürüyorsunuz. Gelin, Allaha ve O’nun resûlü   Muhammed aleyhisselâma îmân edin!

Bunun üzerine müşrikler, hep birlikte üzerine yürüdüler. Kendisini çok   fecî şekilde dövdüler. Kabîlesinden gelen ba’zı kimseler, kendisini baygın bir   hâlde evine götürdüler.

Hz. Ebû Bekir, uzun bir süre kendisine gelemedi. Ayılması için yapılan bütün   gayretlerden bir netîce alınamıyordu. Artık, ümitsiz bir şekilde başında   beklemeye başladılar. Nihâyet akşam üstü biraz kendine gelir gibi oldu. Gözünü   açar açmaz, ağzından çıkan ilk kelâm şu oldu:

-Resûlullah, ne yapıyor, O ne hâldedir? O’na birşey oldu mu?

Annesi Ümmülhayr sevinç içinde dedi ki:

-Yavrum, bir şey arzû eder misin, yiyip içmek ister misin?

-Anneciğim, ben Resûlullaha birşey oldu mu diye soruyorum. O’nun hakkında   bana bilgi getirmediğin takdîrde, ne bir lokma yerim, ne de birşey içerim.

-Evlâdım, vallahi, O’nun hakkında bir bilgim yok. Onun için sana cevap   veremiyorum. Sen biraz ye, kendine gel. Sonra O’nun durumunu öğrenirsin.

-Hayır anne!.. Sen Ümm-i Cemil’e git ve de ki: Oğlum Ebû Bekir, senden   Resûlullahı soruyor. Acaba ne hâldedir?

Annesi de îmân etti

Annesi hemen gidip, Ümm-i Cemil’e durumu   anlattı. Daha sonra, annesi ve Ümm-i Cemil’in yardımıyla, yavaş yavaş Hz.   Erkam’ın evine vardı.

Peygamber efendimizi sağ sâlim görünce çok sevindi, Resûlullaha sarıldı.   Artık bütün ağrılarını unutmuştu. Peygamber efendimize dedi ki: -Yâ Resûlallah!   Bu benim annem Selmâ’dır. Ona duâ etmenizi istiyorum. O da hidâyete kavuşsun!   Peygamber efendimiz duâ buyurdu. Böylece annesi de, îmân ile şereflendi ve ilk   Müslümanlardan

oldu.

Resûlullah efendimiz Mi’râca çıktıktan sonra, ertesi gün, Kâ’be yanında   mi’râcını anlatınca, işiten müşrikler, inkâr edip, alay etmeye başladılar.   Müslüman olmaya niyetli olanlar da vazgeçtiler. Müşrikler, “Tamam, bu defa bir   koz yakaladık” diyerek Hz. Ebû Bekir’e gidip sordular: -Ey Ebâ Bekr! Sen çok   defa Kudüs’e gidip geldin. Ğyi bilirsin. Mekke’den Kudüs’e gidip gelmek, ne

kadar zaman sürer? -Ğyi biliyorum. Bir aydan fazla.

Mi'râcınız mübârek olsun!

Kâfirler bu söze sevindi. “Akıllı, tecrübeli   adamın sözü böyle olur” dediler. Gülerek, alay ederek ve Hz. Ebû Bekir’in de   kendi kafalarında olduğuna sevinerek, “Senin efendin, Kudüs’e bir gecede gidip   geldiğini söylüyor” diyerek, Ebû Bekir’e sevgi, saygı gösterdiler.

Hz. Ebû Bekir, Resûlullahın mübârek adını işitince;

-Eğer O söyledi ise, inandım. Bir anda gidip gelmiştir, deyip içeri girdi.

Kâfirler neye uğradıklarını anlıyamadı. Önlerine bakıp gidiyorlar ve bir   taraftan da diyorlardı ki:

-Vay canına, Muhammed ne yaman büyücü imiş. Ebû Bekir’e de sihir yapmış.

Hz. Ebû Bekir hemen giyinip, Resûlullahın yanına geldi. Büyük kalabalık   arasında, yüksek sesle dedi ki:

-Yâ Resûlallah! Mi’râcınız mübârek olsun! Allahü teâlâya sonsuz şükürler   ederim ki, bizleri, senin gibi büyük Peygambere, hizmetçi yapmakla   şereflendirdi. Parlıyan yüzünü görmekle ve kalbleri alan, rûhları çeken tatlı   sözlerini işitmekle ni’metlendirdi. Yâ Resûlallah! Senin her sözün doğrudur.   Ğnandım. Canım sana fedâ olsun!

Böylece Hz. Ebû Bekir, o gün tereddüde düşen Müslümanların tereddütlerini   giderdi, diğerlerinin ma’nevîyatlarını güçlendirdi. Böyle tereddütsüz îmân   etmesinden dolayı Resûlullah, o gün Hz. Ebû Bekir’e Sıddîk dedi. Bu adı almakla,   bir kat daha yükseldi.

Beraber hicret ederiz

Mekke’de müşriklerin, Müslümanlara yaptıkları   baskılar ve işkenceler üzerine, Müslümanların çoğu, Resûlullah efendimizin   izniyle Medîne’ye hicret etti. Hz. Ebû Bekir de hicret için izin istediğinde,   Resûl-i ekrem buyurdu ki:

-Sabreyle. Ümîdim odur ki; Allahü teâlâ bana da izin verir. Beraber hicret   ederiz.

-Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Böyle ihtimâl var mıdır?

-Evet vardır.

Peygamber efendimizin bu cevapları, Hz. Ebû Bekir’i sevindirmişti.Bunun   üzerine Hz. Ebû Bekir hazırlıklara başladı. Hicret için iki deve satın aldı ve o   günü beklemeye başladı. Artık Mekke’de sadece; sevgili Peygamberimiz ile Hz. Ebû   Bekir, Hz. Ali, fakîrler, hastalar, ihtiyârlar ve müşriklerin hapse attığı   mü’minler kalmıştı.

Diğer taraftan Medîneli Müslümanlar, ya’nî Ensâr, hicret eden Mekkelileri   ya’nî Muhâcirleri çok iyi karşılayıp, misâfir ettiler. Aralarında kuvvetli bir   birlik meydana geldi.

Resûlullah efendimiz, hicret gecesi, Allahü teâlânın emriyle evinde Hz.   Ali’yi bırakıp, müşriklerin üzerine toprak saçarak uzaklaşıp, Hz. Ebû Bekir’in   evine gitti. Hz. Ebû Bekir’e buyurdu ki:

-Hicret etmeme izin verildi.

Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk heyecanla sordu: -Mübârek ayağınızın tozuna yüzümü   süreyim yâ Resûlallah! Ben de beraber miyim? Efendimiz cevap verdiler:

-Evet...

Anam-babam fedâ olsun Hz. Ebû Bekir sevincinden ağladı. Gözyaşları   arasında dedi ki: -Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Develer hazır.   Hangisini murâd ederseniz, onu kabûl

buyurunuz.

-Benim olmayan deveye binmem. Ancak bedeliyle alırım.

Bu kesin emir karşısında mecbur kalan Hz. Ebû Bekir, devenin bedelini   söyledi.

Hz. Ebû Bekir, Abdullah bin Üreykıt isminde, kılavuzluğu ile meşhûr olan zâtı   çağırıp, yol göstermesi için ücretle tuttu ve develeri üç gün sonra Sevr   dağındaki mağaraya getirmesini emretti.

Safer ayının 27’si perşembe günü, Peygamber efendimiz ve Ebû Bekr-i Sıddîk,   yanlarına bir miktar yiyecek alarak yola çıktılar. Ğzleri belli olmasın diye   parmaklarına basarak gidiyorlardı. Hz. Ebû Bekir, Resûlullahın çevresinde,   ba’zan sola, ba’zan sağa, öne, arkaya gidiyordu. Peygamberimiz, niçin böyle   yaptığını sorunca dedi ki:

-Etraftan gelecek bir tehlikeyi önlemek için. Eğer bir zarar gelirse önce   bana gelsin. Canım yüksek zâtınıza fedâ olsun yâ Resûlallah!

-Yâ Ebâ Bekr! Başıma gelecek bir musîbetin, benim yerime, senin   başına gelmiş olmasını ister misin?

-Evet yâ Resûlallah! Seni hak dinle, hak peygamber olarak gönderen Allahü   teâlâya yemîn ederim ki, gelecek bir musîbetin, senin yerine, benim başıma   gelmesini isterim.

Mağara kapısı önüne geldiklerinde, Hz. Ebû Bekir dedi ki: -Allah için yâ   Resûlallah, içeri girmeyin! Ben gireyim, orada zararlı bir şey varsa, bana   gelsin, mübârek zâtınıza bir keder, bir elem değmesin.

Ayağını yılan soktu

Sonra içeri girip, süpürüp temizledi.   Sağında, solunda irili ufaklı birçok delikler vardı. Hırkasını parçalayıp,   delikleri kapadı, fakat biri açık kaldı. Onu da ökçesi ile kapayıp, Resûlullahı   içeri da’vet eyledi.

Peygamber efendimiz içeri girdi ve mübârek başını Hz. Ebû Bekir’in kucağına   koyup uyudu. O zaman, Hz. Sıddîk’ın ayağını yılan soktu. Resûlullahın uyanmaması   için sabredip, hiç hareket etmedi. Fakat gözyaşı Resûlullahın mübârek yüzüne   damlayınca buyurdu ki:

-Ne oldu yâ Ebâ Bekr?

-Ayağım ile kapattığım delikten, bir yılan ayağımı soktu.

Resûlullah efendimiz, Ebû Bekir’in yarasına, iyi olması için mübârek ağzının   yaşından sürünce, acısı hemen dindi, şifâ buldu. Resûlullah efendimiz ve Ebû   Bekr-i Sıddîk içerde iken, müşrikler, iz takip ederek mağaranın önüne

geldiler. Mağaranın ağzının bir örümcek tarafından örüldüğünü ve iki   güvercinin de yuva yaptığını gördüler. Ğz sürücü Kürz bin Alkama dedi ki: -Ğşte   burada iz kesildi.

Müşrikler dediler ki: -Eğer, onlar buraya girmiş olsalardı, kapının   üzerindeki örümcek ağının yırtılmış olması lâzım gelirdi. Bu örümcek, ağını,   Muhammed doğmadan önce örmüştür.

Ğçeri bakmadan geri döndüler

Müşrikler kapı önünde münâkaşa ederken,   içeride Hz. Ebû Bekir endişeye kapıldı. Kâinâtın sultânı efendimiz buyurdu ki:

-Yâ Ebâ Bekir! Üzülme! Şüphesiz Allahü teâlâ bizimledir.

Müşrikler içeri bakmadan geri döndüler.

Mağarada üç gece kalıp, pazartesi gecesi yola çıktılar. Eylül ayının 20 ve   Rebî’ul-evvelin 8. pazartesi günü Medîne’de Kubâ köyüne geldiler. O gün,   Müslümanların Hicrî şemsî sene başlangıcı oldu.

Hz. Ebû Bekir, hazerde ve seferde Resûlullahtan hiç ayrılmadı. Ona her zaman   arkadaşlık etti. Her zaman, malını, canını fedâ etmeye hazır hâlde yanında   beklerdi.

Bedir savaşında bir ara, Ğslâm askeri zorlanmaya başladı. Bunun üzerine,   Peygamber efendimiz,Sa’d ve Sa’îd hazretlerini gönderdi. Sonra Hz. Ebû Zer’i   gönderdi. Daha sonra da Hz. Ömer’i gönderdi. Bir saat geçtiği hâlde, zorlanma   devam ediyordu. Bunu gören, Hz. Ebû Bekir, kılıcını çekip atına binmek   isteyince, Peygamber efendimiz elinden tutup buyurdu:

-Yanımdan ayrılma yâ Ebâ Bekr! Bedenime ve kalbime gelen her sıkıntı,   senin mübârek yüzünü görmekle hafifliyor. Seninle kalbim kuvvetleniyor.

Peygamber efendimiz, Hz. Ebû Bekir’i ağlarken görünce buyurdu ki:

-Yâ Ebâ Bekir, ağlama! Arkadaşlığı ve malı, bana,   senden daha bereketli olanı yoktur.

Hz. Ebû Bekir'in îmânı

Hz. Ebû Bekir, diline hâkim olmak, lüzûmsuz   hiçbir şey konuşmamak için mübârek ağzına taş koyardı. Mecbûr kalmadıkça aslâ   dünya kelâmı konuşmazdı. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

(Ebû Bekir’in îmânı, bütün mü’minlerin îmânı ile tartılsa, Ebû Bekir’in   îmânı ağır gelir.)

Peygamber efendimizin ilk halîfesi ve peygamberlerden sonra insanların en   üstünü olmak fazîleti, üstünlüğü, sadece Hz. Ebû Bekir’e nasîb olmuştur. O, dîni   kuvvetlendirmek, Peygamber efendimizi memnûn etmek için malını vermekte, düşmana   karşı cihâd etmekte, hep önde olmuştur.

Hadîd sûresinde meâlen buyuruldu ki:

(Mekke-i mükerremenin fethinden önce, malını veren ve cihâd eden kimseye,   fetihten sonra malını dağıtan ve cihâd edenden daha büyük derece vardır.   Allahü teâlâ hepsine Cenneti va’detti.)

Bu âyet-i kerîmenin, Hz. Ebû Bekir’in fazîletini ve derecesinin   yüksekliğini gösterdiğini âlimlerimiz söz birliği ile bildirmişlerdir.

Tevbe sûresinde de, önce îmâna gelenlerden, her fazîlette öne geçenlerden,   Allahü teâlânın râzı olduğu bildirilmiştir.

Tebük gazâsında, Resûlullah, herkesin yardım yapmasını emir buyurunca, herkes   malının bir kısmınıgetirip verdi. Hz. Ömer, her zaman en çok yardımı yapan Hz.   Ebû Bekir’i, bu defa geçeyim diye, malının yarısını alıp getirdi. Sonra Hz. Ebû   Bekir de malını getirip teslîm etti. Peygamber efendimiz sordu:

-Yâ Ömer, evine ne kadar mal bıraktın?

-Yâ Resûlallah, bu kadar da eve bıraktım.

Allah ve Resulünü bıraktım

Sonra Hz. Ebû Bekir’e dönüp sordu:

-Yâ Ebâ Bekr, sen evine ne bıraktın?

-Yâ Resûlallah, evime birşey bırakmadım. Tamamını buraya getirdim. Onlara   Allah ve Resûlünü bıraktım.

Resûlullah efendimiz Hz. Ömer’e dönerek buyurdu ki:

-Ğkinizin arasındaki fark, cevaplarınız arasındaki fark kadardır.

Hz. Ebû Bekir’in, Peygamber efendimizin vefâtından sonra da çok büyük   hizmetleri oldu. Zîrâ Peygamber efendimiz vefât edince, Eshâb-ı kirâmın aklı   başından gitti. Mescidde ağlaşmaya başladılar. Hiç kimsenin inanası gelmiyordu.

Hele Hz. Ömer tamamen kendinden geçmiş bir hâlde idi. Peygamber efendimizin   mübârek yüzüne bakıp diyordu ki: -Resûlullah bayılmış, fakat baygınlığı çok   ağır. Ölüm sözünü ağzına almadığı gibi, kimsenin de söylemesini istemiyordu.   Dışarı çıkıp dedi ki: -Kim “Resûlullah öldü” derse, kılıcımla boynunu vururum!

Resûlullah da vefât edecektir

Hz. Ebû Bekir ile Hz. Abbâs’ın Eshâb-ı kirâm   arasında bir ağırlığı vardı. Eshâb-ı kirâmı ancak bunlar teskin edebilirdi.   Bunun için beraber mescide gittiler. Hz. Ebû Bekir buyurdu ki:

-Ey insanlar! Resûlullahın, “Ben vefât etmiyeceğim” dediğini içinizde duyan   var mı? -Hayır, böyle bir söz duymadık. Sonra Hz. Ömer’e dönüp sordu: -Yâ Ömer,   bu husûsta sen birşey duydun mu? -Hayır duymadım. Sonra Eshâb-ı kirâma dönüp   buyurdu ki: -Hiç kimse, Resûlullahın vefât etmiyeceğini söyliyemez. Cenâb-ı   Hakka yemîn ederim ki, Resûlullah

ölümü tatmış bulunmaktadır. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde, “Muhakkak, sen   de öleceksin, onlar da ölecektir” buyurmaktadır. Resûlullah, Ğslâmiyetin   bütün hükümleri tamamlandıktan sonra, aramızdan ayrıldı. Artık kendimize gelip,   defin işlerini tamamlayalım.

Sonra, Hz. Abbâs da buna benzer konuşmalar yaptı. Böylece Eshâb-ı kirâmın   aklı başlarına geldi. Sevgili Peygamberimiz bir gün Eshâb-ı kirâm ile sohbet   ederken, “şehîdliğin fazîletlerini” anlatıyorlardı. şehîdlerin şefâ’ati hakkında   buyurdu ki:

-Kıyâmet gününde şehîdler, mahşer yerine gelirlerken, orada   bulunan Peygamberler ayağa kalkarlar. Onlar, çocukları, akrabâları ve   dostlarından 70 bin kişiye şefâ’at ederler.

Gazânız mübârek olsun

Bu sözleri işiten Hz. Nevfel, Resûlullah   efendimizden, şehîd olmak için duâ istedi. Resûlullah efendimiz de duâ ettiler.

Bir müddet sonra, muhârebeye çıkıldı. Peygamber efendimiz de aralarında   bulunuyordu. Bu muhârebe Hz. Nevfel’in duâsından sonraki ilk muhârebe idi. Ve bu   muhârebede Hz. Nevfel şehîd düşerek, arzûsuna kavuştu.

Peygamber efendimiz ve Eshâbı, muhârebeden dönüyorlardı. Karşılamaya gelenler   arasında, Hz. Nevfel’in hanımı, çocukları ve yaşlı annesi vardı.

Yaşlı annesi, “Gazânız mübârek olsun” dedikten sonra Resûlullaha, oğlunu   sordu. Peygamber efendimizin gözleri nemlendi. Oğlunun şehîdlik haberini vermeye   mübârek kalbi dayanamadı. Elleriyle arkayı işâret edip, yoluna devam etti.

Hz. Nevfel’in annesi, Peygamber efendimizin hemen arkasından gelen, Allahın   arslanı Hz. Ali’ye de aynı şekilde oğlunu sordu. O da şehîdlik haberini   veremeyip, arkayı işâret etti.

Yaşlı kadın daha sonra, Hz. Ömer’e ve Hz. Osman’a rastladı. Onlara da oğlunun   durumunu sordu. Onlar da cevap veremeyip Resûlullahın yaptığı gibi arkayı işâret   ettiler.

En son gelen Hz. Ebû Bekir idi. Kadıncağız büyük bir ümitle sevgili   Peygamberimizin azîz arkadaşına yaklaşarak aynı şeyleri sordu.

Hz. Ebû Bekir kendi kendine düşündü:

“Yâ Rabbî! Ne kadar zor bir durumdayım. Eğer doğruyu söylersem, mahzûn   kalbleri üzmüş olacağım. Bunu yapmaktan sevgili Peygamberimiz çekindi. O’na   nasıl aykırı davranabilirim. Sen bana öyle bir şey ilhâm et ki, bu gariplerin   yüreği daha fazla yanmasın Allahım!”

Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!..

Daha sonra, Hz. Ebû Bekir, bütün kalbiyle:   -Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!.. diye bağırdı.

Ğşte o sırada, yaydan fırlamış ok gibi bir atlı, yıldırım hızıyla yanlarına   yetişerek dedi ki:

-Buyur yâ Sıddîk, beni mi çağırdın?

Bu atlı, Hz. Nevfel’den başkası değildi.

Sonra, Cebrâil aleyhisselâm gelip, Peygamber efendimize şunları söyledi:

-Yâ Resûlallah! Hak teâlânın selâmı var. “Eğer Peygamberin   mağara arkadaşı Sıddîk, bir kere daha (ALLAH) deseydi,   yüceliğim hakkı için, bütün şehîdleri diriltirdim. Çünkü, Ebû   Bekir, câhiliyye devrinde bile yalan söylememiştir” buyurdu.

Bu hâdiseden sonra, Hz. Nevfel senelerce yaşadı. Nihâyet, “Yemâme”   cenginde tekrar şehîdlik şerbetini içti.
 

GERİ

ANA SAYFA


 

 
  Bügün 17 ziyaretçi burdaydı
hakka-dogru.de.tl


Bu Sitede Gördükleriniz tek bir amacla yapilsmisdir, Müslümanlarin Dini daha yakindan görüp Ögrenip ve aradaklarini cok aramadan hepsini biryerde bulabilmeleri icin kurulmusdur. Bu Sitede okuyacaklariniz görebilcekleriniz Resimler, dinleyebilcekleriniz Ilahiler ve her türlü baska konular Ehl-i Sünnet İtikâdı yolunda olan Dini Kitaplardan Dini Sitelerden alinmisdir. Aldiklarimi Orjinal halinde birakiyorum. Insallah benim aldigim yerlerde hakklarini helal ederler...


 
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden